Koçak,
“Şiddet tarih boyunca insanlığın temel sorunlarında birisi ola gelmiştir. Başta
şiddete karşı koyamayacak durumda olan çocuklar, yaşlılar ve kadınlar olmak
üzere şiddet bütün toplumu tehdit eden kötücül bir olgudur. Şiddet; dil, din,
ırk, sınıf, etnisite, mezhep, cinsiyet ayırt etmemektedir. Bu yönüyle sadece
toplumun bir kesiminin sorunu değildir, olmamıştır. Bu kadar yaygın ve yıkıcı
bir sorun karşısındahem küresel düzlemde hem de çok yönlü örgütlü mücadelenin
geliştirilmesi zorunludur.
Güçlünün
zayıfa karşı uyguladığı, insan onurunu zedeleyen şiddet,bazen yaşam hakkını
ihlaline varacak boyutta yıkıcı sonuçlar doğurmaktadır. Savaşlardan, mülteci
kamplarının ağır şartlarından, ücret adaletsizliğinden, çalışma ortamındaki
eşitsizliklerden, iş sağlığı ve güvenliği kurallarına uyulmamasından, sosyal
dejenarasyondan, yoksulluktan ve aile içinde meydana gelen şiddetten en ağır
şekilde kadın ve çocuklar etkilenmektedir.
Dünya
genelinde sayıları 60 milyonu bulan sığınmacı/mülteciler insan onurunu dikkate
almayan yasalar ve uygulamalar nedeniyle ağır şartlar altında yaşamlarını
sürdürmekte, bu ağır koşullardan da en fazla kadınlar ve çocuklar
etkilenmektedir. Türkiye’deki göçmen kadınların yaşamlarının, onurlarının ve
emeklerinin korunması tüm siyasi mülahazaların üstünde insani bir görevdir.
Göçmen karşıtı düşmanca söylem ve eylemlerin mülteci kadın ve çocukların
şiddete maruz kalmalarına neden olduğu/olacağı unutulmamalıdır.
Kadına
şiddete karşı politikaların geliştirilmesinde ve uygulanmasında emek
örgütlerinin önemi tartışmasızdır. Emek örgütleri; şiddet bakımından yüksek
riskli meslek gruplarının belirlenmesi, farkındalık çalışmaları yürütülmesi,
toplu sözleşme görüşmelerine bu konunun dâhil edilmesi, uygulamaların izleme ve
değerlendirmelerinin yapılması, iş yaşamında kadınlara yönelik şiddetin
önlenmesi hususlarında kritik kurumlar ve önemli paydaşlardır.
Kadınların
karar mekanizmalarında yer alma oranının düşüklüğü ve kariyerlerinde belli bir
yerden sonra yükselmelerinin önünde görünmez engellerin çıkması, hem kamuda hem
özel sektörde devam etmektedir. Annelik ücret farkı tüm dünyada olduğu gibi
ülkemizde de çözülmesi gereken problemlerdendir. Kadınların kariyer yolculuklarını
kısaltan ayırımcılığın ortadan kaldırılmasında, kadının analık haklarının
korunması ve iş-aile hayatını uyumlaştıracak politikaların geliştirilmesi
önemli ve gereklidir.
Ayrıca,
çalışma yaşamında şiddet, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir iş sağlığı
ve güvenliği sorunudur. Çalışma hayatının her aşamasında karşılaşılan yıldırma
ve tacizler bir bütün olarak mobbing bağlamında işyerinde şiddet olarak
görülmelidir. Bu bağlamda 5. Dönem Toplu Sözleşme tekliflerimizin önemi gün
geçtikçe artmaktadır. İş yerlerinde kreşlerin açılması, doğum izinlerinin
artırılması ve kadın kamu görevlilerine yönelik mobbinge artırımlı ceza
uygulanması taleplerimizin takipçisi olacağımızı yineliyoruz.
Covid-19
pandemisi küresel ekonomik sistem üzerinde yıkıcı tesirinin yanı sıra çalışma
hayatında şiddeti artıran bir etkendir. Çalışma hayatı dinamiklerinde yeni bir
faktör olan pandemi bir yandan işsizlik sorununu arttırırken öte yandan kamu
görevlilerinin iş yeri güvenliğini de tehdit etmektedir. Pandeminin çalışma hayatında
şiddeti yaygınlaştırması başta sağlık çalışanları olmak üzere bu süreçte iş
yükleri artan tüm çalışanları tehdit etmeye devam etmektedir. Bu vesile ile tüm
dünyada olduğu gibi ülkemizde de salgınla mücadelede öncülük eden başta sağlık
çalışanları olmak üzere tüm emekçilere yönelik saldırıları kınıyor ve kamu
iradesini gerekli tedbirleri almaya davet ediyoruz.
Bu
süreçteKovid-19 tedbirleri kapsamında uzaktan eğitim veren başörtülü kadın kamu
görevlilerine yönelik nefret söylemleri ve ayırımcılığına da tanıklık
ettik. Sendikal misyonumuzun gereği
olarak, bu menfur hadiseyi Türkiye İnsan
Hakları ve Eşitlik Kurumuna taşıdık ve nihayetinde yetkili merciolayda
ayırımcılık yasağının ihlal edildiğine hükmetti. Geçmişte ülkemizde kadın kamu görevlilerinin
çalışma özgürlüğünün, kitlesel düzeyde kısıtlayan bu tür yaklaşımlara her ne
düzeyde olursa olsun karşı olduğumuzu yinelemekte fayda görüyoruz. Fransa'da
geçen yıl gerçekleşen İslamofobik saldırıların yüzde 70'inin kadınlara karşı gerçekleştirildiği göz önünde
bulundurulduğunda, islamofobiyi kadına yönelik şiddetle birlikte ele almamız
gerektiği açıktır. Başörtülü kadınların kamusal alanda varlığını yasaklayan
isamofobik anlayış küreselleştiği oranda, bu çarpık anlayışla emek örgütleri
olarak mücadelemizin de küreselleşmesinin gerekliliğine inanıyoruz.
25
Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü vesilesi ile Memur-Sen
Kadınlar Komisyonları olarak diyoruz ki;
Kadına
karşı şiddetin karşısında durmak hayatı savunmaktır. Bu savunmanın hakkıyla
yapılması için şiddeti cinsiyetler arası değil zihniyetler arası bir çatışma
olarak ele almak gerekir.Kadına karşı şiddete karşı çıkmak; çocuğa karşı
şiddete, yaşlılara karşı şiddete, yetişkinlere karşı şiddete yani bir bütün
olarak şiddet olgusuna karşı çıkmaktır ki bu şiddeti olağan gören zihniyetle
mücadeleyi gerektirir. Zihinleri enfekte ederek kuşaktan kuşağa aktarılabilen
şiddet virüsüne karşı mücadele bütünsel ele alınmalı ve örgütlü mücadele ile
yürütülmelidir.
Biliyoruz
ki, şiddete bütüncül yaklaşımın bir diğer yansıması çalışma hayatında şiddeti
ortadan kaldırmaktır. Zira İş hayatında şiddet sonlanmadan toplumsal yaşamda
şiddeti azaltmak mümkün değildir. Bu
yönüyleişyerlerinde şiddet ve tacizin ortadan kaldırılması için sosyal diyalog
mekanizmalarının etkinliği arttırılmalıdır. Kamu hizmeti verirken şiddete
uğrayan kamu görevlileri için mevzuatta gerekli düzenlemeler ivedilikle
yapılmalıdır. Bu nedenle, sendikalara ve diğer paydaşlara çalışma dünyasında
şiddet ve tacizle mücadele konusunda küresel ölçekte ivme kazandıracak 190
sayılı İLO sözleşmesi önemlidir ve tüm ülkeler tarafından benimsenmelidir.
Bu
önemli gün vesilesiyle; Covid-19 pandemisi sürecinde görevlerini yerine
getirmeye çalışırken şiddet ve kötü muameleye maruz kalan kadın kamu görevlileri
başta olmak üzere tüm emekçileri selamlıyor ve şiddetle mücadelede yanınızdayız
diyoruz.
Kapitalizmin
ürettiği emek sömürüsünde kadınların ucuz iş gücü olarak kullanılmadığı,
emperyalizmin ürettiği savaşlarda kadınların insan ticaretine kurban verilmediği,
kadınların toplumsal yaşamda hakları ile korunduğu ve fırsatlara erişimde
eşitliği yakaladığı adil bir dünyanın mümkün olduğuna inanıyoruz” dedi.
Haber: İsmail DİKBAŞ